ADmİNİsTRaToR ADMİNsTATöR FoRuM SaHiBi
Mesaj Sayısı : 191 Kayıt tarihi : 18/01/08 Nerden : ANKARA
| Konu: Tasavvufta "Aşk"... Salı Ocak 22, 2008 12:48 am | |
| Tasavvuf düşüncesinin en temel kavramlarındandır aşk. “varlığın aslı ve yaradılış sebebi”, “sevenin sevgilisinde kendisini yok etmesi; âşığın yok, yalnızca mâşukun varolması, her şeyin ondan ibaret olması hâlidir.” Arapça’da sarmak, sıkmak ve yanmak gibi anlamlara gelen a-ş-k’ dan türeyen bir kelimedir aşk. İnsanı sarmaşık gibi sıkarak onu kuvvetsiz bırakması nedeniyle böyle söylenmiştir. Ayrıca aşk kelimesi, alevlerin bir şeyi kuşatmasını da anlatır.
“evvel yer gök yoğidi varıdı aşk bünyadı
aşk ezelden kadimdir aşk getirdi ne vârın “
diyen Âşık Yunus gibi, sûfîler aşkı kâinatın varlık sebebi olarak almışlardır. Tasavvuf düşüncesine göre kâinatın yaratılışı “ilâhî aşk mâcerasına” dayanır. Mekânsız bir mekânda bulunan Hz. Allah zamansız bir zamanda kendisine duyduğu sevgi ile bilinmeyi istemiş, bîzâtihi isim ve sıfatlarından kâinatı ve insanı yaratmış, ruhlar âleminde gerçekleşen ilâhî diyalogla da insan, aşkı ve “aşkın gerçek sahibi’ ni unutamayacağına dâir söz vermiştir. Dolayısıyla bütün varlıklar âleminde Tanrı’nın ve bu ilâhî aşkın izleri vardır. Aşk, tüm yaradılış şifreleri aşk üzerine kodlanmış olan kâinatta insan olabilmenin ve insan kalabilmenin ilk şartıdır. Mutasavvıflara göre insanın aşkla olan ilişkisi, dünyevî değerlerle sınırlı bir tercih değil, dünyadan da eski bir taahhüt ve fıtratın gereğidir.
Bakmasını bilen için insan da dâhil olmak üzere kâinatın her zerresi “aşkın gerçek sahibine” açılan bir penceredir.
Sûfî, yaratılmış her şeyle gölgesi kadar barışık kimsedir. Zîra tüm mahlûkatta aşkı gören mutasavvıf için aşk, insanı dört bir yanından kuşatan uçsuz bucaksız bir ateş denizidir. Aşk acı vericidir ama kâînatın gerçek mânâda bir parçası olmanın yolu da aşk denizlerinde yanmaktan, boğulmaktan geçer. İnsan, bu ateş denizine dalmalı ancak ondan içerek kanmalıdır. Bütün bu tehlikeli yolculuğa ruhunda başlayıp yine ruhunda tamamlayan sûfî, kendisine boş gözlerle banklarca bir ölüden farksızdır.Ama aslında o, kendisini aşkta yok ederek “ölmeden önce ölmüş” ve böylece sıradan fânilerin fenâsı olan beden ölümünden rûhen sıyrılmış, ölümsüzlüğü bulmuştur.
Aşk imiş her ne var âlemde…
“İşidin ey yârenler; aşk bir güneşe benzer
Aşkı olmayan gönül misâli taşa benzer
Taş gönülde ne biter, dilinde ağu tüter
Nice yumşak söylese sözü savaşa benzer”
Yunus Emre
Zîra aşk, varlıklar âleminin hayat kaynağı, güneşidir. Kâinat olsun, gönül olsun küçük büyük bütün âlemler huzuru, mutluluğu, bereketi, refâhı ve kendilerini yaşanır kılan her türlü özelliklerini aşka borçludurlar:
“Âşığa Bir ve Tek olanı birlemek yeter”
Hallâc-ı Mansur
İnsanların gönüllerindeki sırları pamuk gibi atıp alt üst ettiğinden “ Hallâc-ı Esrâr “ unvanını alan, büyük mutasavvıf Hallâc-ı Mansur’da bir olana ulaşmanın tek koşulunun “aşk” olduğunu savunur ve “Ene-l – Hak” ( Ben Mutlak Hakikatim) dediği içinde zamanın âlimleri tarafından ölüme mahkûm edilir. Son sözleri “Âşığa Bir ve Tek olanı birlemek yeter” yani “Âşığın kendi varlığını aşk yoluyla temizlemesi gerektiği” olmuştur.
İlâhî sırrı ifşa eden zamanındaki âlimler tarafından anlaşılamayan Hallâc’ın bu sözlerini, Mevlâna ; Fîhi ma fîh adlı eserinde “Ene’l – Hak” demeyi büyük bir iddia sayıyorlar oysa bu büyük bir alçakgönüllülüktür. Bunun yerine, “ben Hakk’ın kuluyum kölesiyim “diyen, biri kendi varlığı, diğeri Tanrı’nın varlığı olmak üzere iki varlık ortaya sürmüş olur. Hâlbuki “ben Hakk’ım” diyen, kendi varlığını yok ettiği için, “Ene’l – Hak” diyor. Yani “ ben yokum hepsi O’dur.; Tanrı’dan başka varlık yoktur. Ben sadece yokluğum ve hiçim. Bu sözde alçakgönüllülük daha fazla yok değimlidir?” sözleriyle açıklar. Hallâc-ı Mansur, “ben Hakk’ım” sözüyle aslında “ben Hak’tanım” demektedir.
“… Vuslattan sonra hangi hâl vardı ki döne?”
Aşkı azap olarak gören Hallâc âşığın sevgilisi uğruna en acı durumu göze alması gerektiğini düşünüyordu. Hallâc, Allah’a ulaşmaya çalışan âşığı , ışığa ulaşmaya çalışan pervaneye benzeterek, “Pervane uçtu, döndü, eritti kendini ve yok oldu ortalardan. Resimsiz, cisimsiz unvansız hâle geldi Artık ne için dönecekti küllere? Vuslattan sonra hangi hâl vardı ki döne? __________________ | |
|